Niels Bohra göre Kuantum Teorisi karşısında şok olmayan kişi bu teoriyi anlamamıştır.
Zamanın tersine simetrisi nasıl ki zaman kavramımızı yıkarsa dolanıklık da uzay kavramımızı öyle yıkar.
Peki nedir bu uzay kavramımızı yıkan dolanıklık?
Birlikte yaratılan iki şey dolanıktır. İki elektronu ele alalım. Birini evrenin öteki tarafına gönderelim ve ona herhangi bir şey yapalım, diğer elektron ise yapılan bu şeye karşı cevap verir.
Hem de anında …
Hem de anında …
Kuantum Mekaniği diyor ki fiziksel bir nesnenin seyahati tarif edilemez. Sadece elektronların nerede konumlanabileceği hakkında konuşabiliriz. Bunun garipliğini şöyle açıklayabiliriz; eğer bir bozuk parayı döndürürseniz, dönme boyunca kararsız kalacaktır fakat eğer onu durdurursanız yazı ya da tura olmasına zorlamış olursunuz. Durdurmadan önce ne yazıydı ne de tura, ikisinin karışımıydı. Bohr ve destekçileri elektronun bu şekilde davrandığını iddia ettiler. Bir anlamda, para dönüşü sırasında hem yazı hem turadır aynı ışık gibi.
Bohr elektronun nerede olduğunu ölçene kadar asla bilemeyeceğimizi iddia ediyordu ve bunu sadece elektronun nerede olduğunu bilmemiz değil garip bir şekilde elektronun aynı anda her yerde olmasıydı. Elektronların gerçeğin en basit yapı taşlarından biri olduğunu unutmamak lazım.
Bohr diyor ki; sadece elektronlara bakarak sihirli bir şekilde pozisyonlarını var ediyoruz. Bu da gerçekliğin olmadığını sadece potansiyel olarak var olduğu anlamına geliyor. Gerçeklik sadece ona baktığımız zaman var oluyordu. İkna edici gibi olabilir ancak birçok bilim insanı bu teoriyi keskin bir şekilde reddetti, bunların başında da Albert Einstein geliyordu.
Bohr ve Einstein kuantum mekaniğinin gerçeklikten vazgeçmek ya da vazgeçmemek olduğu konusunda ateşli bir tartışmaya girdiler.
Bohrun teorisine göre biz ölçene kadar her iki bozuk para da döndükleri sürece ne yazıdır ne de turadır hatta yazı ve tura varolmuş bile değildirler. İşi biraz daha garipleştirelim öyleyse, ilk madeni parayı durdurduğumuzda tura gelmesiyle Dolanıklık prensibiyle birbirlerine bağlı olduklarından diğer para da eş zamanlı olarak yazı gelir. En ilginç kısım ise paranın ne geleceğini tahmin edememizdir. Tek bildiğimiz şey daima birbirlerinin zıttı sonuç verecekler.
Einstein ışıktan bile hızlı gelişen bu iletişime inanmayı reddetti. Kendi kuramı görecelik hiçbir şeyin hatta bilginin bile ışıktan hızlı hareket edemeyeceğini söylüyordu. Peki madeni para nasıl olurda diğerinin durduğunu bilebilirdi?
Einstein’ın fikri ise daha açıktı. Bunu daha kolay anlayabilmek için bozuk paraları değil de iki adet eldiven kullanalım, iki eldiveni farklı kutulara koyalım. Eğer ki bir kutuyu açtığımız da karşımıza çıkan sol teki ise diğeri de haliyle sağ teki olur. Yani bunun için birbirleriyle iletişime geçmeleri gerekmez. Baştan beri sağ ve sol vardı, kısacası gözlemcinin değiştirdiği bir durum yoktu. Değişen tek şeyse bizim buna dair olan bilgimiz.
Peki gerçeğin hangi açıklaması doğru? Bohr’un baktığımız anda gerçekliğe dönüşen ve büyülü bir şekilde iletişimde olan paraları mı yoksa Einstein’ın başlangıçtan beri kesinlikle sağ ve sol olarak bulunan eldivenleri mi?
İşler karışmaya başladı sanırım. Hazır karışmaya başlamışken bu durumu gerçekliklerimizi sarsacak kadar ileri götürelim.
Bazı Princeton araştırmacıları rastgele makineler çalışırken de bu durum gerçekleşir mi sorusuyla yola çıkarak bir deney yaptılar. Deney de ses bantları kullanıldı. Bantta sol ve sağ kulakta tıklamalar vardı ve hiç kimse dinlemezken parça çalındı. Sonrasındaysa katılımcıya bunu eve götürüp dinlemesi ve sol kulağa gelen tıklamaların sayısını sadece dinleyerek arttırması istendi. Katılımcı isteneni yaptı ve bandı araştırmacılara geri verdi. Araştırmacılar bandı dinlediğindeyse hayretlerini gizleyemediler, bantta gerçekten de sol kulağa gelen tıklamaların sayısı daha fazlaydı.
Katılımcı bandı dinlediğinde sadece o an etkisinde kalmamış zamanda geri giderek kayıt anında değişikliğe neden olmuştu.
Dünyanın katı şeylerden yapılı olduğu öğretildi bizlere. Maddeden, kütleden, atomdan
…
Daha küçüğe bakıldığında uzay-zaman geometrisinin en temel düzeyine ulaşırız. Evrenin kusursuz yüzeyine ineriz. Burada bilgi ve bir düzen vardır, buna Planck Ölçeği denir ve evrenin dokusunu oluşturur. Bu seviyede büyük patlamadan bu yana olan bilgi bulunur. Evrenin yani maddenin büyük çoğunluğu boşluktur.
Fiziğin temel sayılan denklemleri vardır ve fiziğin temel denklemlerinde zamanın tersine simetri özelliği vardır. Yani bir süreç bu yasalara uygunsa bunun tersi de bu yasalara uygundur. Bu da şu demek oluyor; İnsanlar yaşlandığı kadar gençleşebilir, geçmişin bilgisine nasıl erişebiliyorsak, geleceğin bilgisine de erişebiliriz.
Kuantum fikri uzun zamandır var ancak geleceğin şu anı etkileyebilmesi fikri insanlara hala uzak ve akıl almaz olarak görünüyor. Geçmişin şimdiyle sebep sonuç ilişkisine inanıyoruz. Topu tutarım, bırakırım ve yere düşer. Bırakmak neden, düşmekte sonuçtur.
Peki topu bırakmamın nedeni yer olabilir mi?
Zamanda ileri gidilebildiği fikri sadece bilinçli beynimizdedir. Kuantum dünyasında zamanda geriye de gidilebilir. Beyinde bazı şeylerin geriye doğru işlendiğine dair ip uçları mevcut. Örneğin 1970lerin sonlarında California Üniversitesinde çok ilginç deneyler yapıldı. Beyin ameliyatı yapılan hastaların kafa derilerine lokal anesteziyle kafa tasları açılır. Bu sırada hastalar uyanık ve beyin faaliyetleri çalışmaktadır. Yapılan deney ise küçük parmakları uyarıp, duyusal kortekste ilgili bölgede ki tepkiye bakılıyor, bunu elektrikle kaydediyor sonrasında hastaya hissedip, hissetmediği soruluyor. Ayrıca korteksin bu bölümünü de uyarıyordu. Şöyle düşünebilirsiniz küçük parmağı uyardığımızda bunun korteksin diğer tarafına gitmesi bir süre alır, böylece hasta uyarıdan kısa bir süre sonra onu hissedecektir. Korteksi eğer doğrudan uyarırsanız hasta bunu hemen bildirecektir. Normalde olması beklenen budur ancak bunun tam tersi oluyor ve hastanın küçük parmağı uyarılınca hasta hemen hissediyor, korteksi uyarıldığındaysa gecikmeli bir şekilde hissediyor. Deney tekrar tekrar yapıldıktan sonra araştırmacılar bilginin bir şekilde zamanda geriye yansıtıldığı sonucuna vardılar.
Bazı araştırmalarda görüldü ki insan elini oynatmaya veya bir şey yapmaya başlarken daha ne yapmaya çalıştığının bilincine varmadan beyinde belli sinir hücrelerinde bazı etkinlikler oluyor. Yani, sanki önce yapıyor sonra karar veriyormuşuz gibi.
1960lı yıllardan günümüze yüzlerce kez yapılan başka bir deney daha var. Rastgele 1 ve 0lardan oluşan bir dizi oluşturan makineye sadece düşünceyle 1 ya da 0ı daha fazla getirtebilmek.
Akla hemen şu soru geliyor tabi ki insanlar dünyanın gerçekliğini etkileyebiliyor mu? Bunun cevabı evet. Her insan gördüğü gerçekliği etkiliyor.
Bizi diğer türlerden ayıran şey Frontal Lobun beynin geri kalanına oranıdır. Frontal Lob dikkat, planlama, dürtü kontrolü, empati, organizasyon, muhakeme yeteneği..vs. gibi fonksiyonları vardır. Beyin, nöron denilen minik sinir hücrelerinden oluşur, bunların diğerleriyle birleşip nöron ağları oluşturan minik dalları vardır. Her bağlanma beyin için bir bilgiyi ifade eder.
Beyin gördüğüyle, hatırladığı arasındaki farkı asla bilmez çünkü aynı sinir ağları ateşlenir. Zihinsel bir prova yapar ve bu yetimizi kullanırsak beyin devrelerinin geliştiği görülür.
Beyin gördüğüyle, hatırladığı arasındaki farkı asla bilmez çünkü aynı sinir ağları ateşlenir. Zihinsel bir prova yapar ve bu yetimizi kullanırsak beyin devrelerinin geliştiği görülür.
Bu Dolanık Evren kavramını alıp, insan deneyimine uyarlarsanız bu kendini acaba nasıl gösterir?
Eğer başka bir zihinle bağlantı oluşturulursa buna telepati, başka yerde ki bir nesneyle bağlantı varsa durugörü, zamanı aşan bir bağlantı varsa buna kehanet, düşünce gücüyle cisimleri hareket ettirme olayını ise telekinezi olarak adlandırıyoruz. Böyle sayabileceğimiz 10-12 psişik deneyim türü daha var bildiğimiz. Fakat bu yalnızca buz dağının görünen küçücük bir kısmı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder